28 Ağustos 2009 Cuma

Saat 3 :S

Sağı solu eleştirmeden, sağa sola çemkirmeden bu sefer ben de başkan gibi anı ve gözlem ikigeninde dolaşıp yorumlayacağım. Efendim bendeniz, gencecik, körpe beyinli bir akademisyen adayı olarak, şimdi gencim çalışırsam ancak şimdi çalışırım diye düşündüğümden yaz okulunda da 'araştırma görevlisi' pozisyonumdaki çalışmalarıma devam kararı almıştım. Ders hazırlayıp gidiyorum işte soru falan çözüyorum, "tutorial" saatlerinde. Sınıfta dersi dinlemeyen ya da dinlese de iyi anlayamayan öğrenci kardeşlerimiz de sağ olsunlar tutorial'da pek bir canlılar.

Neyse günlerden perşembe, ertesi gün de sabahın sekiz buçuğunda tutorialım var. Evde daraldım geceleyin ofise gideyim dedim, hem nasılsa internet de var bedavadan, bir yandan nette takılırım, facebook'tu, msn'di, blogtu, raniniy'di, başkan'dı, forumdu derken bir yandan da tutorial sorularımı çözerim en geç 12 gibi eve döner ertesi sabah da hazır ve nazır öğrencilerimin karşısında olurum.

Ancak nette takılma olayını bir abartıp pir abartınca, baktım saat olmuş gecenin 2'si... Eyvah ki ne eyvah ofisimin olduğu binada benden başka kimse kalmamış, tüm ışıklar sönmüş, kocaman calculus kitabımı eve taşımaya üşendiğimden oturdum hızlıca soruları çözdüm tekrar saate baktım, 3 olmuş. Neyse tırsak bir şekilde laptoptu, şarj cihazıydı, çantaydı toparlanıp ofisten çıktım kapıyı kitledim. Binanın kapısına ulaşmam için 3 farklı kapıdan geçmem lazım, arada koridorlar mevcut. İkinci kapının ardından iri kıyım bir herif çıktı, güvenlikmiş. Adam tırstığımı farketmiş olmalı ki, "Sakin olun ben güvenliğim" dedi. Elinde telsiz böyle duruyor karşımda. Ben de işte "ofiste araştırma yapıyordum anca bitti" şeklinde palavramı sıralayıp çıkışa yöneldim. Çıktım dışarı her yer karanlık az ilerde arabam duruyor, onun ilerisinde bir diğer araba. Elemanlar arabanın içinde oturmuşlar wireless bağlantı ile nette takılıyorlar kucakta laptop. İçimden "amma mal bunlar" ha diye düşündüm. Laptop denen meret şarşsız ancak 1.5 saat dayanır yoğun net trafiğinde. Onun için kalk evden gel sonra arabanın içinde iki büklüm otur.

Neyse efendim etraf zenci dolu. Muhtemelen "otlama" saatlerindeyiz. Arabanın uzaktan kumandasına bastım, benim oğlan (arabam yani) göz kırparak karşılık verdi. Açtım çantamı arka koltuğa koydum ön kapıyı açarken dibimden iki tane gündüz feneri (zenci) geçti. Tırsak bir şekilde oturdum koltuğa, ne olur ne olmaz "ot parası" için üzerime dalmasın bir tanesi diye kilide bastım. Benim velet sağolsun kitlenince de göz kırptığından diğer arabada oturan iki eleman baya gülmüştür arkamdan. Arabayı çalıştırdım gece yollar boş eve dönüyorum. Hop bir polis ekibi beni durdurdu. Ehliyet sordular, gösterdim, alkol var mı diye sordular yok sevmem zaten pek dedim. Gitmeme izin verdiler. Apartmanın önüne geldim durdurdum arabamı. Ancak o kadar dalgınım ki, kapıyı kilitlediğimi unutmuşum kapıyı zorluyorum. Aklıma gelince kendime baya bir güldüm ve arabadan inip apartmanın içine ordan da kaldığım daireye yavaşça süzüldüm. Sabah kıpkırmızı gözler ve 4.5 saatlik uykuyla sersem gibi okula gittim.

Böyle yani....

23 Ağustos 2009 Pazar

Yaprak Dökümü'nün komşu kızı Sedef masum mu? Değil mi?

Günlerdir içimdeydi bu konu hakkında hep yazmak istiyordum nihayet yazacağım. Sedef çok masum (!!!), ak pak (!!!) hatta pir-ü pak (!!!) bir karakterdir, tabii yersek !!! ki yemiyoruz.

Efendim dakka bir gol bir Şevket'i kovalarken cüzdanını çarptırıyor hop Oğuz'un arabasına biniyor. Adını soruyor Oğuz, Sedef adını Necla olarak veriyor. Kartviziti alıp gidip bizim Kezbanlar'a (Necla ve Leyla'ya) veriyor, hatta Necla arıyor o da kendini Sedef diye tanıtıyor. Yani kızların Oğuz'la yollarının kesişmesinde Sedef'in de payı var.

Şevket evlenince intihar ediyor tabii bunu beklemek lazım ondan intihar onun zayıf kişiliğinin tezahürü.

Sonrasında Nezif diye bir çocukla takılıyor bir dönem hatta onunla evlenip Amerika'ya gitmeye karar veriyor. Nezif'e aileni gönder beni istesinler diyor (aslında Sedef'i gönderseler tam zamanıydı romanda olmayan bir karakter sonuçta) ancak o da ne, Fikret'ten Ferhunde ve Şevket'in arasının bozuk olduğunu öğrenip, hop evlenmekten vazgeçiyor, Nezif'i dünürcülükte red ediyorlar, ve gidip Şevket'e masumiyetinin gereği (tabii yine yersek) ilan-ı aşk ediyor) evli barklı adama. O vakitten itibaren de Şevket hep aklının bir köşesine Sedef'i koyuyor en basit ispatı 17. Bölümdeki araba önündeki göz süzmeler.

Sonra Ferhunde'nin çektiği mesaja atlayarak uçarak gidiyor buluşmaya, Ferhunde bunu sıkıştırınca atıyor bir yalan Leyla'yla ilgili bir şey oldu sandım diyor. Sürekli evli barklı adamın dibinde dolanmaya utanmıyor, fırsat verilse kırıştıracak zaten belli ama tüm bunları masumiyetinden (!!) yapıyor. Neyyir Hanım defalarca uyarsa da vazgeçmiyor.

Masum Sedef (!!) ona Şevket'ten gelen telefon sonucunda parayı kaptığı gibi peşinden gidiyor aileden ve Ferhunde'den bu durumu saklıyor.

3 sezon boyunca evli adamın dibinde Ferhunde'nin deyimiyle kıyın kıyın yaklaşıyor ona, hiç bir fırsata kaza yapmıyor sürekli diplerinde.

Son bardağı taşıran damla 117. Bölümde Ferhunde'nin geldiğini embesil bir şekilde herkese gösterek yaptı bu son noktaydı. Sanırım senaristler de gıcık karakter nasıl yazılır diye bize ispat etmeye çalışıyorlar bu masum iyi ev kızı (!!!) ile beraber.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Sezen Aksu ve Kürt Açılımı

Son derece bıçak sırtı bir konuda yazdığımın daha doğrusu yazmaya çalıştığımın farkındayım. Sezen Aksu 35 yılı aşkın sanat hayatına 30'a yakın albüm, 500 civarında şarkı yüzlerce konser sığdırmış ülkemizde ciddi bir hayran potansiyeline sahip bir müzik markasıdır. Bir o kadar da insanla ilgili konularda duyarlı ve hassastır. Hal böyle olunca da hem çok sevilmesi hem de çok eleştirilmesi olağandır.

Minik Serçe'nin tabulaştırıldığı, eleştirilemediği, dokunulmazlığının olduğu yıllarca yazıldı çizildi. Ancak bende mi bir tuhaflık var bilmiyorum, yıllarca sesini kaybetti, eskisi gibi söyleyemiyor artık, seksenli doksanlı yıllardaki damar şarkılardan eser yok artık, gibi eleştirileri ben mi uyduruyorum da gazete sayfalarında yansımalarını mı görüyorum bilemiyorum. Benim gördüğüm çok fazla üzerine gidildiği hatta ona haksızlık edildiğiydi oysa ki. 1997-2000 dönemindeki ses tellerinde oluşan problem ve buna bağlı kortizol tedavisinin sonucu olarak 2000-2004 yılları arasında yaşadığı Cushing Sendromu sonucunda sesinden bir miktar yitirdiği, Şarkı Söylemek Lazım ve Yaz Bitmeden albümlerindeki yer yer detonelikleri, çatallaşan, cılızlaşan sesi en koyu hayranları tarafından bile farkedilmiştir. Kabul edilmiştir. 2004 yılında hastalığının geçmesinden mütevellit giderek sesini toparladığı ve detone olmadan yeniden söylemeye başladığı da dikkatli kulaklardan kaçmamıştır. Ki hastalığı döneminde de Sezen Aksu kıyasıya eleştirilmiştir, değil estetikçiye, dişçiye bile gidemezken "dünyanın en anlamlı yüzünü bir plastiğe çevirdi" şeklinde acımasızca eleştiriler almıştır.

Gelelim son mevzulara. Tunceli'de 50 bin kişinin katıldığı konserinde Kürtçe şarkı söylediği için acımasızca eleştirildi, Sezen Aksu bölücülük yapılıyor, Sezen PKK'lı dendi, halbuki onun derdi şarkı söylemekti. Tıpkı Yunanistan'lı bir şarkıcı olan Mando ile Sertab Erener'in düet yapması gibi, o da Kürt bir şarkıcı ile düet yapmıştı, derdi de tıpkı Sertab&Mando ikilisinde olduğu gibi barış, birlik, kardeşlik mesajları vermekti. Bir grup kendini bilmez, PKK ile ilgili sloganlar attığı için Sezen eleştirildi, PKK propogandası yapıyor dendi, kaldı ki onun konserinde PKK propogandası yapılıyorsa etrafta Türk bayrakları ve Atatürk resimleri olmazdı (Bayrak ve resimlerin olduğu ekşi sözlükte yayınlanan fotoğraflarla da belgelenmiştir üstelik). Onun derdi birlik beraberlik kardeşlik mesajları vermekti.

Son olarak da Sabah Gazetesi'nde başbakanı arayıp açılımı desteklediği yazıldı. Haber Sabah'ta doğru aksettirilmedi. Sezen Aksu, başbakanla değil onun özel kalem müdürü ile görüşmüş, açılımın hem şiddetle destekleyebileceği hem de karşı çıkabileceği durumlarının maddelerinin olabileceğini bildiğini, derdinin artık kan dökülmeden birlik beraberlik kardeşlik içinde yaşayabilmek olduğunu belirtmişti. Açılımını bilmeden etmeden destekliyor şeklinde ona yüklenildi, açılımı desteklediği için PKK'lı Sezen oldu, hatta kendi sanatına yaptığı işe destek aradığı, kendine bunlardan rant çıkardığı yazıldı çizildi. Kendimizi kandırmayalım, Sezen Aksu'nun bu açılımla ilgili yaptığı açıklama ya da destekten gelecek ranta ihtiyacı yok millet!! Bugün sanatı bıraksa, müzik dünyasına bahşettiği yüzlerce şarkı sözü, 30 civarında albüm, pek çok genç pop müzik şarkıcısı (Sertab Erener, Aşkın Nur Yengi, Işın Karaca, Levent Yüksel, Harun Kolçak, Mustafa Ceceli, Hande Yener, Yıldız Tilbe, Göksel vs.) prodüktörlüğünü üstlendiği nice albüm mevcuttur ki kendisi bugün müzik yapmaktan vazgeçse, bunlar ona saygı duymamız için fazlasıyla yeterlidir.

Sezen Aksu hümanisttir, Erdal Eren için Aysel Gürel Son Bakış'ı yazmış o dillendirmiştir... Sivas Katliamı'nda ölen aydınlarımız için "Kavaklar" ile ağıt yakmıştır, Deniz Gezmiş için "Lâl" şarkısını hem yazmış hem de okumuştur, Cumartesi Anneleri için Cumartesi Türküsü'nü yazmıştır, onlara destek olmuştur. Memleketin doğusunda 8 yaşında ergin 12'sinde ana olan kızlarımız için Aysel Gürel'in yazdığı Ünzile'yi okumuş, Kardelen projesiyle "kızlarımızı okutalım, kızlarımız geleceğimizdir" demiştir. Sezen için aslolan insan sevgisidir. Hrant Dink için "Güvercin"i okumuş şarkının sonunda onun ardından bir güvercin uçurmuştur, 2007-08 döneminde şiddeti giderek yeniden artan terör saldırıları ve güneydoğuda şehit olan askerlerimiz için "Memet, daha çok küçüksün Memet" demiştir. Onun derdi birlik beraberlik içinde yaşamaktır. Böyle işlerden rant çıkaracak bir alçak olmamıştır hiç bir zaman. Sahip olduğu potansiyeli en iyi şekilde kullanmasından mütevellit, sevgilisi olduğu halkın ona sunduğu karşılıksız sonsuz sevgiye karşılık vermek için çabalamaktadır.

Her iyi her güzel şeyi yok etmeye meyilli insan oğlunun, Minik Serçe üzerinde de gücünü denemesi kaçınılmaz olduğundan, üzerinde bir linç girişimi denemesi kaçınılmazdır. Ne diyelim, "Tanrı kraliçeyi korusun"

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Birbirimizi "yedik" bitirdik ;)

Efendim henüz Faik Bey'in şokunu atlatamamışken Yemekteyiz'e takip eden haftada ıstakoz kraliçesi sosyetik kişi Sema Çelebi katılmasın mı Bodrum ayağında?

Yarışmacılara bakıyorum Bodrum ayağında, Tarkan diye bir at kuyruk yarışmacı vardı adam teknede yaşıyor! Tekne dediğime de bakmayın bildiğin lüks yat. Yahu neyine lazım 20 bin tl senin? diye diye söylenerek izledim katıldığı akşamı.

Sema Hanım tabii ki ıstakoz pişirdi, hani şu tencerede pişerken ciyaklayan hayvancıktan, Sema Hanım'ın hem aynı anda löp löp yemek yemesini hem de herkese laf yetiştirmesini mide bulantılarıyla izledim çünkü lokmasını bitirmediğinden ağzından çıkan şapırtı mide bulandırıcıydı.

Sait Bey bir tuhaftı zaten. Restoran sahibi adam ne ihtiyacı varsa 20 bin tl'ye katılmış o da, hatta utanmayıp bir de müşterilerinden oy dilenmiş.

Gülşade Hanım yarışmadaki tek ihtiyaçlı yarışmacıydı, köy insanıydı, fakirdi, belliydi mutfağından ihtiyaçlı olduğu. Yarışmacılardan 19 seyirciden 10 puan alıp 29 puanla kazandı 20 bin tl'yi. Dönem dönem yarışma jargonlarına uymaya çalışsa da içlerinde en doğal olanıydı yaptığı menü, tarhana çorbası, mevsim salatası, yöreye özgü et kebabı ve etli pilavı ve tatlı olarak sunduğu helva da çok hoş görünüyordu lezzetini bilemeyeceğim. Ekstradan sunduğu kabak çiçeği dolmasını ise çok sevdiğimi belirtmek istiyorum.

Özlem Hanım'ın gafı beni kopardı. Balıkla yoğurt yenir ama ayran içilmez. E pardon da ayran nerden yapılıyor?

Yarışmanın SMS finalinde Sait Bey'in Sema Hanım'a "İstersen 30 yıl önde ne yaptığını açıklayım" şeklindeki beyanatı çok çirkindi, Sema Hanım da alt kalmadı tabii "Şerefsiz" diyerek küfrü yerleştirince ikisi birden stüdyodan çıkarıldılar. Bir yemekteyiz rezaleti de böylece sona ermiş oldu.

9 Ağustos 2009 Pazar

Birbirimizi "Yemekteyiz"

Valla günlerdir içimdeydi, yazacaktım bu tüm arıza kişilikleri bir arada bulundurma potansiyeli gösteren yarışma hakkında, nihayet şimdi yazabiliyorum. Efendim bu tüm tuhaf yarışmacıların bir araya toplandığı dandik program geçtiğimiz sezon ŞOV (neden inatla Show derler hiç anlamam) TV'de zırvareyting rekorları kırmış hatta maliyetli 2 dizi Doktorlar ve Gece Sesleri 15'te bir ayda bir yayınlanmaktan erken final yapmışlardı.

Son 3 haftadır canlandırma çabalarına girişildi programda çünkü reytingler düşmeye başlamıştı. 2 hafta önce Faik katıldı. Hani şu Safiye Soyman'ın bayatlamış "hayat arkadaşı". Ben halkım ben halktanım diye diye diğer yalaka 3 yarışmacının da desteğini alarak bence yarışmadaki tek güzel yemek yapan Selda'nın gecesini mahvetti. Neymiş, halk insanı ördek yiyemezmiş, yalnız kendisinin giydiği afilli kıyafetleri taktığı pahalı altın saati de herkes takamıyor. Faik'e mi ona yalakalık eden diğer 3 yarışmacıya mı kızsam karar veremedim. Sonuçta yarışmayı Faik kazansa da halktan gelen oylarda Selda'dan feci bir fark yemekten kurtulamadı. Bir de diğer yarışmacıların dilinde pelesenk olan "Faik Bey'in sanatçı kimliği" hakkında bir aydınlatılsaydık tam süper olurdu.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Dökülemeyen yapraklardan 4. sezon incileri.

Sağlam bir yerden tüyo aldım, Yaprak Dökümü 4. sezonda ilginç gelişmelere gebeymiş. Aslında ilk başta çok sevmiştim ben bu diziyi, ilk 2 sezon özellikle çok başarılıydı, ancak tadında bırakmayı bilemediler 3. sezonla birlikte senaryo tıkanmaya ve kitaptan iyice uzaklaşmaya başlamıştı 4. sezon tüyoları doğruysa sağlam bir geri dönüş ve Dudaktan Kalbe'de olduğu gibi kitaba yakın bir finalle bitecek.

* Ali Rıza Bey'e bilemediğim bir sebepten ötürü felç gelecek. Kitapta Leyla'nın evli bir avukatın metresi olmasını hazmedeyip böyle olmuştu ama dizide Leyla Oğuz'a metres olduğu halde birşey olmadı kendisine. Oğuz damadı bakacakmış kendilerine eee ne oldum dememeli ne olacağım demeli.

* Ferhunde'ciğim tarzına ve konseptine hiç uymayan Mithat'la mutlu olacak, Şevket ciğerci kedisi misali onları izleyecekmiş.

* Şevket hapsi boylayacak bu gidişle gene zaten kitaba göre bir final düşünülüyorsa hapiste tamamlamalı diziyi de, iflas edip hapse düşmeli.

* Necla'nın dırdırına dayanamayan Cem ölecekmiş. Sanırım bir kaza geçirecek.